Şubat 10, 2025

Güncel Sağlık Haberleri ve İpuçları | Sağlık Takip

“Gündemden Ekonomiye, Tribünlerden Ekranlara: Sağlık Takip ile Her An Güncel Kalın!”

Michael Burawoy’un ardından: Aykırı işçi ve alim

İngiliz sosyolog Michael Burawoy, geçtiğimiz günlerde geçirdiği kaza sonucu hayatını kaybetti. Cihan Tuğal Gazete Duvar'daki yazısında; kapitalist ve sosyalist rejimlerde ağır fabrika işçiliği yapmış, madenlerde büro emekçisi olarak çalışmış sosyolog Michael Burawoy'u anlattı.

Marksist sosyolog Michael Burawoy, ABD’nin Kaliforniya eyaletinde geçtiğimiz günlerde hayatını kaybetti. Evinin bulunduğu Oakland kentinde, 77 yaşındaki Burawoy’a bir aracın çarpıp kaçtığı belirtildi. Cihan Tuğal Gazete Duvar’daki yazısında Burawoy’u anlattı.

“Teori ve metodoloji konusundaki cesur müdahaleleri kadar, kendini öğrencilerine adamasıyla da tanınıyor Michael Burawoy.” diyen Tuğal, “Üç farklı ülkede, kapitalist ve sosyalisti rejimlerde ağır fabrika işçiliği yapmış, dördüncü bir ülkenin madenlerinde ise büro emekçisi olarak çalışmış tek meşhur sosyolog. Sosyal bilimlerdeki tüm ağırlığına rağmen, gördüğüm en mütevazi insanlardan biri. Mesleğine ve toplumsal mücadelelere hayret verici derecede güçlü bağlarla bağlı bir aşk adamı.” ifadelerini kullandı.

Burawoy’un yazısı şöyle devam ediyor:

“Burawoy önce Cambridge Üniversitesi’nden matematik diploması aldı. Ardından Güney Afrika’da gazetecilik yaptı ve Zambia Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimine başladı. Sonradan bir kitap olarak yayımlanan mastır tezi, Zambia’da ırk ve sınıf ilişkileri hakkındaydı. Çalışmalarına Chicago Üniversitesi’nde sosyoloji doktorası yaparak devam etti. Chicago’nun bir fabrikasında işçi olarak çalıştı ve endüstriyel sosyolojinin Amerikan işçilerinin çalışma yaşamı hakkındaki tezleriyle hesaplaşmaya girişti.

Fabrika sınırları içindeki kontrol ve verim maksimizasyonunu vurgulayan bu literatüre karşı, işçilerin bir dizi oyun ürettiğini, fakat bu oyunların bir taraftan fabrika hayatını anlamlı kılarken, diğer taraftan dönüp dolaşıp sermayenin hegemonyasına hizmet ettiğini gösterdi. Daha da önemlisi, fabrikayı anlamak için genel kapitalist ilişkilerdeki yeri ve bunların tarihselliği ışığında değerlendirmek gerektiğini vurgulayarak, işyerlerini izole kurumlar olarak ele alan geleneksel sosyolojiye ağır bir darbe indirdi.

Burawoy Amerikan ve dünya sosyolojisinde Marksist bir yıldız olarak yükseldikçe, anaakımın rahatsızlığı da şiddetleniyordu. Daha mesleğinin başlarındayken, çalışmaları haklı, haksız yığınla eleştiriye tabi oldu. O zamanların en önde gelen sosyologlarından bazıları, yükselişini engellemek için ellerinden geleni yaptılar. Bu zatlardan birinin, Burawoy’un Kaliforniya Üniversitesi’nde kadro almasını engellemek için yazdığı mektup, ironiye bayılan Michael’ın Berkeley’deki ofis duvarında, çerçevelenmiş şekilde asılı duruyor hâlâ. Kısa bir süre önce, aynı üniversiteden emekli oldu Burawoy. Fakat her eleştiriyi böyle hafife almadı. Önde gelen bir anti-Marksist, mealen şu ithamı yöneltti Burawoy’e: “Kapitalizm eleştirini, kapitalist düşünürlerin söyledikleri üzerine değil, somut gerçeklik ve sosyalist düşünürlerin yazıları üzerine kuruyorsun. Ancak sosyalizm hakkında söylediklerin, sosyalizmin somut gerçekliği ve kapitalist düşünürlerin yazıları üzerine değil, sosyalistlerin düşünceleri üzerine kurulu.”

Benzer eleştirilerle tanışığız. Ve bunlara karşı yığınla savunma mekanizmamız var. Bir iki cümleyle özetlemek haksızlık olacak ama… Eski zamanlarda daha güçlü olan bir Marksist kampın, “Hayır, sosyalizm sizin bildiğiniz gibi değil, çok ciddi sorunları olmasına rağmen, kapitalizmden daha gelişmiş bir medeniyet” diyerek devlet sosyalizmlerini en son yıllarına kadar savunduğunu… Diğer Marksist kampların ise, bunların ya “yozlaşmış” işçi devletleri olduğunu, ya aslında sosyalist bile olmadığını, ya da bir noktadan sonra sosyalist olma özelliklerini kaybettiğini iddia ettiğini biliyoruz. Burawoy ise bambaşka bir yol izleyerek, devlet sosyalizmlerinin içeriden bir eleştirisini geliştirdi. Fabrika hayatına ikinci büyük dalışı, reddetmek yerine yüzleşmeyi seçtiği bu anti-Marksist eleştiri sayesinde oldu.

Somut hayattaki sosyalizmi yerinde deneyimlemek için, Macaristan fabrikalarında çalışmaya başladı. Sonuç, ne bizde ne dünyada hâlâ pek bilinmeyen “heterodoks [aykırı] sosyalizm çalışmaları” diyebileceğimiz bir literatürün ana kurucuları arasına katılması oldu. Bu “heterodoks” okulun temel temalarından biri, devlet sosyalizminin pek çok kimsenin farkına varmadığı potansiyelleri olduğu, içeriden dönüştürülerek demokratik ve müreffeh bir sosyalizme evrilebileceği idi. Ancak diğer yoldaşlarının aksine Burawoy bunu, Doğu Avrupa’ya işçilerin ve fabrika hayatının evreninden bakarak söylüyordu.

Bu mevzuda Burawoy hep azınlıkta kaldı. Ben de yıllarca argümanlarına direndim, haddim olmayarak. Üniversite günlerimi şekilleyen “Devrimci Marksist” gelenekle taban tabana zıttı bu duruş. “Devrimci Marksist” geleneğe birçok açıdan mesafelenmiş olsam da, devlet sosyalizmine allerjilerini korumuştum. Bunu Michael’la derinlemesine paylaşmadım ama, son senelerde – özellikle de Çin ve Doğu Avrupa sosyalizmleri ile ilgili daha çok kitap ve bilimsel makale okudukça – eski rezervlerim biraz kırıldı. (Üzerinde çalıştığım kitap taslağını birkaç ay önce okuduğu için, bu kırılmanın biraz farkında olduğunu zannediyorum, taslak hakkındaki yorumlarında başka mevzulara odaklanmış olsa da). Ama mesele Burawoy’un bu konuda haklı olup olmadığı değil. “Heterodoks sosyalizm çalışmaları” ekolünün ürettiği eserler, hâlâ tam olarak sınanmamış yığınla hipotez ve potansiyel hipotez barındırıyor. Kapitalizm krizden krize savruldukça, sosyalizm tekrar denenecek. Ve iyisiyle kötüsüyle “devlet sosyalisti” eğilimler olmadan bunu yapmak neredeyse imkansız kanaatimce. Dolayısıyla bu ekolün üzerinde durduğu dinamikler, sosyalizmin tekrar bir faciayla sonuçlanıp sonuçlanmayacağı konusunda insanlığa çok şey öğretecek.

Burawoy’un fabrika işçiliği hayatı orada da durmadı. Devlet sosyalizmi yıkıldıktan sonra, Rusya’da kapitalizme nasıl geçildiğini – işçilerin ve fabrikaların penceresinden bakarak – araştırdı. Karşılaştırmalı çalışmalarında ise, Rusya ve onun yolunu takip eden birkaç devletin niye diğer sosyalist devletlere nazaran daha vahşi bir kapitalistleşme yaşadığını inceledi.

Başka bir deyişle Burawoy, hem bir kapitalizm hem de bir sosyalizm ve post-sosyalizm uzmanıydı.

METODOLOJİ VE TEORİ… AŞK İLE!

Bu kitapları yazarken, metodoloji konusunda çığır açıcı makaleler yayınladı bir taraftan. Bu makaleler, anaakımın dar “bilimsellik” anlayışında boğulan yığınla sosyal bilimciye nefes alma imkanı sağladı. Başta Lakatos’un katkıları olmak üzere bilim felsefesi tartışmalarını sosyolojiye taşıyarak, bilimsel veri toplamanın ve değerlendirmenin mantığını yeniden kurdu. Kendisiyle tanışmadan önce metodolojik yazılarını keşfetmiş, ancak bu sayede doktora tezimin bilimsel mantığını okuyucularıma açıklayabilmiştim. Yani Michael’ın yazıp çizdikleri sadece akademik söylemin sınırlarını zorlamaya, sosyologların ufkunu genişletmeye, işçi sınıfı ve üniversiteler arasında köprüler kurmaya, toplumsal mücadeleleri desteklemeye, veya kendi şöhretini arttırmaya hizmet etmiyor, hiç tanımadığı birçok insanın yolunu açıyordu. Bu kazara olan bir şey değil, kendini başka insanlar için yaşamaya adamış olan hocamızın (arabesk ifade kullanarak söyleyelim) “uzaktan” da olsa, tanımadığı insanları da olsa, sevme biçimiydi. Metaforik olarak söylemiyorum. Gerçekten de aşkla, tanımadığı milyarlarca insana, “büyük insanlık”a ve onun bireysel üyelerine, ve de o büyük insanlığın mücadelesine su taşımaya niyetli sosyologlara duyduğu sevgiyle üretiyordu makale ve kitaplarını. “Metodoloji” ve “aşk” kelimelerini yanyana kullanmayı mümkün kılan başka bir sosyal bilimci var mıdır, emin değilim.

Bu metodolojik müdahaleleri teorik makaleler takip etti. Sosyoloji kuramını zaten saha çalışmalarında ve metodoloji makalelerinde tekrar kuruyordu ama daha doğrudan teoriyi ön plana çıkaran makalelerle, Gramsci ve Fanon gibi isimlerin anaakım sosyolojiye kazandırılmasına istisnai bir katkıda bulundu. Fakat en az bunlar kadar önemlisi, teoriye yepyeni bir hayat kazandırmasıydı. Teori onun için ampirik araştırmadan, saha çalışmasından kopuk kavramlar yığını değil, verilerle, gözlemlerle içiçe gelişen bir düşünme süreciydi. Bu düşünceleri ifade edişindeki güzelliğe değinmek elzem. Bir akşam yemeği sohbetinde, bir grev gözcülüğü sırasında, ya da yolda enerjik adımlarla yürürken nasıl bir tonla konuşuyorsa, teorik makalelerini de aynı tonla yazdı: enerjik, cana yakın, sade. Bol ünlem işaretli. Esprili. “Teori” denildiğinde insanın aklına gelen formel, sıkıcı dilden eser yoktu makalelerinde. Sanki klavye ve ekran başında değil de, tanıyıp ya da tanımadan sevdiği insanların gözlerinin içine bakarak yazılmış (ya da söylenmiş) gibiydi kuramsal makaleleri.

2000’lerden itibaren dikkatini üniversiteye, bilgi üretimine ve kolonyalizme çevirdi. Bu alanları da “emek süreci” perspektifi ile tahlil etti. Fakat bu bağları henüz etraflıca, derinlemesine, ve sistematik biçimde kurmamıştı aramızdan ayrıldığında. Örneğin, eğitimciliğe emek süreci ekolünün kavram ve araçlarıyla bakan bir dergi özel sayısı, ancak geçen yıl yayınlanabildi. Yazarlar, Michael ve öğrencileri. Bu tarz çalışmaların tam bir paradigmaya dönüşmesi biraz zaman alacak.

YILDIZIN TOZU VE DUYGUSAL EMEĞİ

Burawoy gelip geçici bir gök taşı değil ağır bir dev olduğu için, yıldız kayması metaforu çok isabetli değil aslında. Fakat bir yıldız söndü desem de yerinde olmayacak çünkü ardında bıraktığı yığınla kitap, makale ve (ders, sunum) kaydıyla hayatlarımızda parlamaya devam edecek. Ancak bu metaforların hepsi çok sınırlı ve Burawoy’un gündelik pratiğindeki zenginliği ıskalıyor. Öğrencileri, üniversitenin işçileri ve idari personeli ve meslektaşları ile kurduğu ilişkilerde, başta eğitim ve bilimsel bilgi üretimi olmak üzere her alandaki hiyerarşileri aşındırmaya çabaladığı kadar, hayatı daha anlamlı ve eğlenceli kılmaya gayret etti hep. Çevresindeki bazı insanlar üzerinde daha somut, ölçülebilir bir etkisi var Michael’ın. Düzinelerce doktora tezi yönetti örneğin, ve bunların birçoğu gayet farklı mecralarda kendi alanının klasiği oldu. Ama bunlardan çok daha az görünen katkılarını da vurgulamak lazım. Onunla yapılan birçok sohbet, o günün akışını değiştirmekle kalmaz, hayat boyu iz bırakırdı. En kötü koşullarda bile coşkusunu ve iradesini ayakta tutar, böylece çevresindekilerin de yere düşmesine kolay kolay izin vermezdi. Bir yıldız olduğu kadar, farkına varmadan hayatınızda, içinizde, sesinizde taşıdığınız yıldız tozuydu.

Evet, büyük bir yıldızdı ama yıldızlığını üreten koşulları teşhir eder, akademideki yıldız kültürünü inceden inceye alaya da alırdı. Marx, Gramsci ve Freire’ye ek olarak beklenmedik bir ilham kaynağı daha vardı bu mevzularda. Benim büyük bir yol gösterici olarak gördüğüm Bourdieu’den her ne kadar haz etmese de, Bourdieu ve bölümümüzdeki öğrencisi Wacquant ile eleştirel angajmanı, eğitimdeki ve sosyal bilim camiasındaki hiyerarşiler hakkındaki tahlillerini iyice keskinleştirdi. Kültürel sermayenin daha adaletli dağıldığı bir dünyada “büyük yıldız”lar olmazdı elbette. Onun yıldızlığı da içinde bulunduğumuz toplumsal gerçekliğin parçasıydı ve hepimiz kadar bir yerde hiyerarşileri yeniden üretti. Yine de, hedefi her zaman yıldızlık kurumunun altını oymak, daha doğrusu herkesin içindeki ışık kaynağını açığa çıkarmak, beslemek, ve böylece yıldızlar, gezegenler, uydular ve alelade gök taşları arasındaki hiyerarşiyi aşındırmaktı.

Küçük bir anma toplantısı yaptık bölümde. Meslektaşlarımızdan Joanna Reed, Michael’ın en görünmez ve büyük katkısının “duygusal emek” olduğunu vurguladı. Okutmanların örgütlenmesine ve kadrolu profesörlerle aralarındaki hiyerarşinin aşınmasına yaptığı katkılardan da söz etti. Gerçekten de Michael, genelde kadınlarla özdeşleştirilen duygusal emek pratiklerinin, bölümdeki en usta icracılarındandı. Berkeley Sosyoloji bölümü, Marksistlerin ve Bourdieucülerin olduğu kadar, feminist kuramcıların da beşiği olarak bilinir dünyada. Duygusal emeğin en tanınan analistlerinden Arlie Hochschild kadar, psikanalatik Markizmle feminizmi birleştiren Nancy Chodorow’un da anayurdudur. Emekliliğinden beri bölüme yolu düşmeyen ama anma toplantısı vesilesiyle bölümümüzü ziyaret eden Chodorow, Reed’in sözlerine binaen, Michael’ın duygusal emeğini bilimsel pratiğiyle birleştirerek, psikanalizle sosyoloji arasındaki duvarları (belki de yazılarından çok gündelik hayatında) yıktığına dikkat çekti. Sağaltıcı bir yanı vardı gerçekten onun varlığının.

Hiç bitmeyen neşesi kadar, her gün saatlerce bindiği bisikleti sayesinde çakı gibi olan Burawoy, daha uzun yıllar yaşayacağını düşünüyor, birçok projesinin yanında Filistin hakkında bayağı ses getireceği tahmin edilen bir kitap üzerinde çalışıyordu. (Herhangi bir sağlık sorunundan değil, evinin yakınındaki bir yaya geçidinde kendisine çarpan bir katilden dolayı kaybettik hocamızı). Yahudi bir aileden gelen Michael, birçok kişinin kendisine hain damgası vurmasına aldırmadan, çok uzun bir süredir Filistin mücadelesine adamıştı kendini.

Dünya çapında boykot çalışmalarının başını çeken sosyologlardandı. İşçi hareketiyle ulusal, etnik, kolonyal mücadeleler birbirine sık sık diş bilese ya da sırt dönse de, uzun vadede devrimin bu iki ana momenti içiçe geçmeden hür bir dünya kuramayacağımızı biliyordu çünkü. Irk, ulusal sorun ve postkolonyalizm meseleleri hakkında yazdıkları (henüz) diğer konulardaki katkıları kadar etki yaratmış olmasa da, bu alanlarda çalışan, ya kendini sosyalist olarak tanımlayan ya da el yordamıyla sosyalizme doğru ilerleyen birçok öğrencinin, eğitimcinin ve sosyal bilimcinin yolunu açtı, onlara kol kanat gerdi. Irk ve etnisite meselesinde, (mesleğinin ikinci evresinde Marksizm’i keşfeden) Du Bois’i meşale edindi hayatının son yıllarında. Başka meselelerde olduğu gibi, bu mecrada da eksiğimiz çok ve Burawoy’un izinde düşünmeye, tartışmaya, araştırmaya, eylemeye ihtiyacımız var.

Biliyoruz ki meslektaşlarını, işçi sınıfını, ve tahakküm altındaki halkları canında, canının içinde götürüyor gittiği mekana.

Michael’ı hatırladıkça beraber güneşe gülmeye, dövüşmeye devam edeceğiz.

Bir veda yazısı değil bu, bir yemin.”

Diyarbakır escort
mardin escort
bursa escort
adana escort
izmir escort
ekmel ekmel